96'daki şampiyonluk günü 10 yaşında bir çocuktum. Başımda Fenerbahçe kukuletası, boynumda bir atkı, ayaklarımda spor ayakkabılarla her hafta Fenerbahçe maçlarını izlediğim mahalle kahvesindeydim. Tüm kalabalık maçlarda olduğu gibi beni sol köşede duran buzdolabının üzerine oturtmuşlardı. O maçı hiç unutmadım. Trabzonspor, Fenerbahçe'nin rakibiydi o gün. Gerçek anlamda, dişe dokunur bir rakipti. Şimdi değil.
Kazım Koyuncu'nun hasrettiği "Trabzonspor" epeydir sadece ütopya. Bir süre daha öyle olacağa benziyor. İşin cilveli yanı şu ki, Trabzonspor'u yöneten ortak aklın sahaya yansıması da bugün gayet sakin geçen maçın son 20 dakikasındaki tablo oluyor. Bir memleket meselesi olarak, eğitimsiz sporcu topluluğu, saldırgan yöneticilerin "işçisi" konumuna geldiğinde, sporunu ve mesleğini sahaya yansıtmaktan çok, "patron"un küçük kopyalarına dönüşüveriyor. Kazanamadığın yerde kavga çıkar, maçta rakibine ezilirsen ilkelliğe başvur ve dayak atmaya çalış. Bu tür gerginlikler her maçta olur, bunu biliyorum. Fakat Trabzonspor'un psikopatolojisi yıllardır aynı; kavga, tehdit, iliklerine kadar eril ve kaba bir dünya. Bu cümlelerin yazarı kütüğü Trabzon'da olan biri. Fakat artık aslen nereli olduğunu soranlara eskisi gibi gayet normal bir şekilde "Trabzonluyum" diyemeyen biri. Ne yazık ki futbolun sadece futbol olmadığını deneyimleyen biri. Sahadaki reislerin tribündeki reisleri, protokoldeki reislerin de başka yerlerdeki reisleri örnek alarak ilerleyişini utançla seyreden biri...
96'daki şampiyonluk geldiğinde hayatımın en mutlu dakikalarını yaşadım. Bugün ise, Fenerbahçe gayet iyi ve tempolu bir oyun ortaya koydu, tek kale oynadı, tribünler coşku doluydu ama sevinemiyorum. Çünkü elimizden bir rakibimizi çaldılar. Bunun ne demek olduğunu sanırım başka türlü anlatamam. Kötü yönetimler, eğitimsiz sporcular ya da sistem değil; "kötü adamlar" Trabzonspor'u çalmış ligden. Bugün, buna iyice ikna oldum.
Böyle bir maçtan sonra bu tür bir yazı yazmak istemezdim. Fakat eminim, maçı izleyen herkes, tempolu ve zevk veren bir oyunun damakta bıraktığı keyifle bitirecekti geceyi. Ta ki son 20 dakikadaki sürreal "delikanlılıklar" kopana kadar. Maçta hiçbir iddia gösteremeyen Trabzonspor kavgaya yöneldi, o dakikaya kadar maçı üst düzey yöneten ve akışa hiç müdahale etmeyen hakem bocaladı, tribünler gerildi. Şimdi, bu maçı izleyen herkesin içinde de bir çeşit öfke ve gerginlik var. İşte bu duygu hırsızlığıdır bana da bu satırları yazdıran. Tıpkı Bruno Alves'in ayağına her top geldiğinde keyfimin kaçması gibi, artık konu Trabzonspor olduğunda da en basit ifadeyle benim canım sıkılıyor. Öte yandan, eminim bu cümlelere itiraz edecek olan tüm Trabzonsporlular, "şike süreci"nden dem vurup saldırganlıklarının haklı olduğunu iddia edecek. Ama zaten girdikleri çıkmaz da bu; onlara "kupalı" cennetler vaat eden yönetici orduları, gittikçe artan bir cinnete sürükledi camiayı.
Artık buzdolabının üzerine oturmuyorum maç izlerken, çok daha rahat koltuklarda seyrediyorum Fenerbahçe - Trabzonspor maçlarını. 96'da epey zorlanmıştık kazanırken ama bugün çok daha rahat kazanmamıza rağmen, sinirim kat be kat fazla bozuluyor.